Akne vulgaris, pilosebase ünitenin kronik inflamatuar bir hastalığıdır ve adölesan dönemdeki gençlerin yaklaşık %85’ini etkiler. Akne vulgaris genel olarak kendini sınırlayan bir hastalıktır ancak skatris bırakabildiği ve psikolojik sorunlara yol açabildiği için tedavi edilmelidir. Akne vulgaris hastalığın şiddetine göre sadece topikal veya topikal ve sistemik tedavilerin birlikte kullanımı ile tedavi edilmektedir
1.
Sentetik bir retinoid olan isotretinoin nodülokistik akne tedavisinde uzun yıllardan beri kullanılmaktadır. Günümüzde, oral antibiyotikler dahil diğer tedavilere yanıtsız orta ve şiddetli akne, şiddetli sebore, piyoderma fasiyale ve gram negatif folikülit tedavisinde kullanılmaktadır. İsotretinoin akne vulgaris patogenezinde rol alan tüm faktörlere etkili tek ilaçtır ve akne vulgaris tedavisinde %70-89 kadar yüksek remisyon oranıyla en etkili tedavi aracıdır. Akne vulgaris tedavisinde en sık kullanılan isotretinoin doz rejimi 0.5-1 mg/kg/gün şeklindedir. Relaps riskini açısından en çok önerilen kümülatif doz ise 120-150 mg/kg’dir 1,2. Etki mekanizması tam olarak anlaşılamasa da retinoik asitin değişik hücre tiplerinde apopitozisi indüklediği ve proliferasyonu inhibe ettiği gösterilmiştir 11. Uzun tedavi süresi, yüksek maliyet ve özellikle tedavi esnasında görülen yan etkiler, isotretinoinin kullanılma oranını sınırlamaktadır. İsotretinoin tedavisi sırasında en sık görülen yan etkiler mukokutanöz yan etkilerdir. Ayrıca birçok sistemik yan etki de gözlenebilmektedir. Sistemik yan etkiler başlıca göz, kas-iskelet sistemi, hematolojik parametreler, gastrointestinal sistem, psikolojik ve santral sinir sistemi üzerinedir. Yapılan çalışmalarda 6,7,12 isotretinoinin hematolojik parametreleri etkileyerek trombositopeni, agranülositoz ve lökopeniye yol açabildiği, isotretinoin kullanan hastalarda önemli bir oranda burun kanamaları gelişebildiği bildirilmiştir. Ancak bazı çalışmalarda 9,13 ise hematolojik parametrelerde genellikle bozulma görülmediği ve tedavi esnasında rutin olarak hemoglobin, lökosit ve trombosit seviyesini takip etmenin klinik şüphe olmadıkça gerekmediği sonucuna varılmıştır.
Retinoik asit, insan embriyonik kök hücrelerinden türetilen hemato-vasküler prokürsörlerden hematopoietik progenitörlerin üretimini arttırır 14. Literatür gözden geçirildiğinde isotretinoin tedavisinin trombosit parametrelerine etkisi ile ilgili çelişkili sonuçlar bulunmaktadır. Myelodisplastik sendromda isotretinoin ile yapılan faz 1 klinik çalışmasında trombosit sayılarında artış yaptığı gösterilmiştir 15. Karadağ ve ark. 16 yaptıkları çalışmada tedavi sonrası akne hastalarında trombosit sayılarının arttığını ancak diğer hematolojik parametrelerde anlamlı değişiklikler olmadığını saptamış ve trombosit sayısındaki artışın klinik olarak önemli olmadığı vurgulanmıştır. Yine ülkemizden yapılan başka bir çalışmada 17 isotretinoin kullanan hastalarda trombosit sayısında artış olduğu ancak MPV değerlerinde anlamlı bir değişiklik olmadığı gösterilmiştir. Ataseven ve ark. 9 ise yaptıkları çalışmada isotretinoin tedavisinin 3. ayında akneli hastalarda trombosit sayılarını ve MPV değerlerini anlamlı olarak düşük bulmuşlar. 13772 hastanın değerlendirildiği bir çalışmada isotretinoin tedavisi süresince yapılan ölçümlerde trombosit düzeylerinde anlamlı bir farklılık olmadığı saptanmıştır 13. Ertam ve ark. 18’nın yaptığı 91 hastalık bir çalışmada, hastaların tedavi öncesindeki ve tedavinin 5. ayındaki hemogramları karşılaştırılmış ve anlamlı değişiklik görülmemiştir.
Literatür 19-21 incelendiğinde isotretinoinin trombosit değerleri üzerine etkisi konusunda farklı sonuçlar bildiren vaka sunumları bulunmaktadır. Trombosit sayılarına olan etkileri tam olarak açıklanamasa da trombositoz nedeni olarak il-6’nın trombosit üretimini artırması ve trombositopeni nedeni olarak ta en çok kemik iliği supresyonu gösterilmiştir. Bu retrospektif çalışmada trombosit parametreleri olarak PLT, MPV, PLCR, PDW ve PCT değerlerinin isotretinoin tedavisi alan akne vulgarisli hastalardaki 3 ve 6. aydaki değişimlerini istatistiksel olarak anlamlı bulmadık. P-LCR değeri tedavi süresi içerisinde zamanla azalma göstermiş ancak istatistiksel anlamlı bir azalma saptanmamıştır.
Trombosit morfolojisini yansıtan belirteçler MPV, PDW, P-LCR, PCT’dir ve ateroskleroz ve trombotik olaylarda önemlerine ilişkin pek çok klinik çalışmalar yapılmıştır 8,9,18. P-LCR’nin klinik önemi hakkındaki bilgiler sınırlıdır. Yüksek P-LCR değeri yeni üretilen ve daha geniş hacimli trombositlerin göstergesidir ve klinik hastalıklardaki önemine ait çalışmalar son zamanlarda artmaktadır 22. Her ne kadar bu tarz biyokimyasal analiz çalışmalarında tüm analizlerin aynı günde ve aynı cihazda çalışılması büyük önem arz ediyor olsa dahi, çalışmanın retrospektif özelliğinden dolayı (aynı marka ve model cihazlar olsa bile) mümkün olmamıştır. Bu durum çalışmanın kısıtlılıklarından biridir.
Sonuç olarak yaptığımız çalışmada istatistiksel olarak anlamlı olmasa da tedavi süresi boyunca PLCR düzeyindeki azalmanın isotretinoinin kemik iliği supresyonu etkisi ile ilgili olabileceğini düşünüyoruz. Tedavi süresi boyunca P-LCR düzeyindeki bu lineer azalma nedeniyle tedavi süresi arttıkça ortaya çıkabilecek olan hematolojik komplikasyonlar konusunda daha dikkatli olmak gerektiği kanaatindeyiz.