Ateroskleroz, vasküler sistemin birçok bölümünü aynı anda etkileyebilen, ilerleyici bir hastalıktır
18.
Obezitenin klinik sonuçları hakkında çok miktarda prognostik bilgi toplanmıştır. Bununla birlikte, toplam ve bölgesel yağ birikimlerinin arteriyel ateroskleroz üzerindeki belirgin etkisi ise tartışılmaktadır 19.
Çeşitli programlar BT ile visseral ve subkutan yağ dokularını ayrı ayrı hesaplayabilir. VYD ile kardiyovasküler risk arasındaki ilişkinin araştırıldığı bir çalışmada yarı otomatik bir yazılım aracı kullanılarak VYD ve SYD’nu ölçülmüş ve VYD’deki artışın kardiyovasküler riski arttırabileceği bildirilmiştir 20.
Daha önceki çalışmalarda, obez kişiler normal kilolu kişilerle karşılaştırılmış ve obez insanlarda interlökin 6, tümör nekroz faktör alfa, adipokinler ve substans P gibi proinflamatuar protein ve sitokinler yüksek bulunmuştur. Tüm bu proinflamatuar faktörler, visseral yağ dokusunda bulunan makrofajlar ve lenfositlerin yanı sıra adipositler tarafından üretilir. Bu nedenle, yağ dokusunun artışıyla sistemik bir inflamatuar yanıt tetiklenebilir 21-24.
Literatürde, VYD ile arteriyel inflamasyon ilişkisi araştıran yayınlar mevcuttur 25-27. Tahara ve ark. 28’nın çalışmasında karın çevresi ve VYD bir öngörücü bir ölçüm olarak incelenmiştir. Aslında, bu ölçüm aynı zamanda SYD içerir. Tip 2 diabet hastalarında erken arteriyel inflamasyonun VYD ile karşılaştırıldığı güncel bir çalışmada, VYD hacminin gerçekte arteriyel inflamasyonla ilişkili bağımsız bir risk faktörü olduğu gösterilmiş olup karın çevresi ve SYD ile böyle bir ilişki gösterilememiştir. Bu sonuçlar, VYD’ in SYD'na kıyasla daha pro-enflamatuar adipokinler ürettiğini doğrulamaktadır 29. Goldenberg ve ark. 30 abdominal aorta kalsiyum skoru ile VAT, SAT ile ilişkisini araştırdıkları çalışmada da benzer şekilde ateroskleroz ile VYD’nin ilişkili, SYD’nin ilişkili olmadığını göstermiştir. Bizim çalışmamızda da literatürü destekler şekilde aorta aterosklerozu ile VYD arasında anlamlı ilişki mevcut olup karın çevresi ve SYD ile ilişki bulunmamıştır.
EYD, miyokardın yüzeyi ile epikard arasındaki yağ dokusu olup, VYD’nun bir komponentidir. VYD gibi hormon salgılayan endokrin bir organ olarak işlev görür 31,32.
Transtorasik ekokardiyografi ile gösterilen EYD, sağ ventrikül epikardiyumu ile visseral perikard arasında sağ ventrikül serbest duvarının üzerinde kalın bir çizgi olarak görülen ekolusen alandır 33.
Ahn ve ark. 33’nın ekokardiyografi ile yaptıkları çalışmada koroner arter hastalığı ile EYD arasında anlamlı bir ilişki olduğunu bildirmişlerdir. Sarin ve ark. 34 ise çok kesitli bilgisayarlı tomografi (ÇKBT) kullanarak yaptıkları çalışmada EYD ile artmış koroner kalsiyum skoru, metabolik sendrom ve koroner arter hastalığı arasında ilişki saptamışlardır. Bu çalışmada epikardiyal yağ dokusunu hem ekokardiyografi ile sağ ventrikül apeksi düzeyinden hem de BT’de sağ ve sol ventrikülün apeksi düzeyinden, sağ ve sol AV oluklar düzeyinden olmak üzere dört seviyeden ölçüm yapıldı. Sadece sağ ventrikülün apeksi düzeyindeki yağ dokusu kalınlığı ile aort ateroskleroz arasında istatistiksel anlamlı ilişki saptandı. Bu ölçüm, ekokardiyografi ile de ölçtüğümüz epikardiyal yağ dokusu olup ÇKBT’ye gerek kalmadan aort aterosklerozu için öngörücü olabilir. Yorgun ve ark. 35’nın epikardiyal yağ dokusu ile torasik aortadaki ateroskleroz arasındaki ilişkiyi araştırdıkları çalışmada kritik koroner aterosklerozu olan hastalarda torasik aorta aterosklerozunun epikardiyal yağ dokusu ile anlamlı ilişkisi olduğunu göstermişlerdir. Bu sonuç EYD’nun salgıladığı adipokinlerin sadece koroner arter hastalığına sebep olmadığını aynı zamanda aortayı içeren bütün arteriyel sistemde aterosklerotik sürece etkisi olduğunu düşündürmektedir.
Bu çalışmada abdominal aorta aterosklerozu ile visseral ve epikardiyal yağ dokusu arasında ilişki saptanmış olup visseral yağ dokusundan salgılanan adipokinlerin sadece yerel etkili değil aynı zamanda tüm arteriyel sistemde etkili olduğunu düşünülmektedir.
Bu çalışmanın kısıtlılıkları arasında öncelikle hasta sayısının azlığından sözedilebilir. Ayrıca hastaların insülin direnci, kreatinin klirensi ve serum ürik asit değerleri ve diğer olası risk faktörleriyle ilgili veriler mevcut değildi. Bunun dışında, karın çevresi ölçümleri antropometrik ölçüm olarak ekspiryum sonunda ve ayakta dururken doğrudan yapılabilirdi. BT ile yapılan ölçümlerin yatarak yapılmak zorunda olması bu çalışmanın diğer bir kısıtlılığını oluşturmaktadır. Bu çalışmada yağ dokusu ile arteriyel plak yükünün ilişkisi araştırılmış olup prognostik değeri çalışma kapsamının dışındadır.
Sonuç olarak, bu çalışmada genel vücut kitlesinden ziyade, VYD ve EYD gibi spesifik yağ dokusu depoları, abdominal aorta aterosklerozu ile anlamlı olarak ilişkiliydi. EYD ve VYD, plak yükünün artmasıyla ilişkiliyken, SYD ile ilişki bulunamamıştır. Spesifik yağ dokusu depoları ile ateroskleroz arasındaki ilişkiyi belirlemek yüksek risk altındaki bireylerin saptanması ve çeşitli önlemleri teşvik etme açısından önemlidir.