Homosistein yüksekliğinin, koroner kaynaklı hastalıklarda bağımsız bir risk faktörü olduğu ortaya çıkmıştır
7,8. Homosistein serbest radikal gibi davranarak LDL'yi oksitlemektedir
20. Hipo- ve hipertiroidili olgularda plazma homosistein düzeylerinin belirlenmesine yönelik çalışmalar yapılmaktadır. Bu çalışmaların bir kısmı hipo- ve hipertiroidide plazma homosistein düzeylerinin değişmediğini savunurken bir kısım çalışma ise hipertiroidide plazma homosistein düzeylerinin arttığı belirtilmiştir
21,22. Nedrebo ve ark.
21, kontrol grubuna göre hipertiroidili grupta plazma homosistein düzeylerinin istatistik açıdan değişmediğini bildirmelerine rağmen, hipertiroidili kardiyovasküler kaynaklı ölümlerden plazma homosistein düzeylerinin artmış olmasının katkıda bulunduğunu belirtmişlerdir. Farklı bir çalışmada
23 Tip 1 diabetik hastaların %35'inde homosistein seviyesi yükselmiştir ve bunlarda diyabetin yan etkileri olan retinal hasar, nefron hasarı ve kardiyovasküler hastalıklar gözlenmiştir. Bir diğer çalışmada Chico ve ark.
24, Tip 1 diyabetiklerde homosistein miktarının değişmediği, Tip 2 diyabetiklerde ise homosistein miktarının kontrole göre yüksek olduğu ve Tip 2 diyabetik hastalarda homosistein seviyesiyle vasküler hastalıklar arasında bir ilişki olduğu görülmüştür. Homosistein fazlalığında homosistein tiolakton ortaya çıkarak, LDL'nin apolipoproteinlerinde değişikliğe yol açar. Değişikliğe uğramış LDL'ler makrofajlarca fagosite edilirler ve köpük hücreleri ortaya çıkar ve bu da ateroskleroza zemin hazırlar
25. Robillon
26 ise, Tip 1 diyabetiklerde homosistein seviyesini kontrole göre düşük bulmuştur. Bulgularımızda ise diyabetik gruptaki homosistein seviyesi kontrole göre önemli derecede düşük bulunmuştur (p<0.05) (Tablo
1). Bunun nedeni, transsülfürasyonda görevli enzim aktivitesinin yükselmesiyle
27 homosisteinin sisteine dönüşmesi olabilir.
Çalışmada leptin düzeyi kontrol grubuna göre düşük bulunmuştur (p<0.05) (Tablo 2). Düşük leptin düzeyi hipotalamik reseptörler üzerinden gıda alımının en güçlü uyarıcısı olan NPY (Nöropeptid Y)' nin salınımını aktive eder, böylece iştahın artmasına, sempatik sinir sisteminin aktivitesinin azalmasına ve enerji harcanmasında düşüşe neden olur28. Sonuç olarak kişide kilo artışı olur. İştah azaltıcı hormon MSH (melanosit uyarıcı hormon) düşük leptin düzeyinde inhibe olup, iştah artışına neden olur29. İştah azaltıcı bir başka hormon olan CRH (kortikotropin salgılatıcı hormon), düşük leptin düzeyinde salınımını azaltarak gıda alımında artışa neden olur30,31 . Sonuç olarak, aşırı kilonun insan sağlığı üzerine -yüksek tansiyon ve aterosklerotik kalp hastalığı gibi- olumsuz etkileri ortaya çıkar. Mantzoros ve arkadaşları32 ile McGregor ve arkadaşlarının33 yaptıkları benzer çalışmalarda Tip 2 DM hastalarındaki plazma leptin düzeylerinin diyabetik olmayan ve aynı VKİ (Vücut Kitle İndeksi)' ne sahip kişilerden farklı olmadığı, leptin seviyesinin VKİ ile ilişkili olduğu saptanmıştır. Ayrıca insülin ve oral antidiyabetik tedavi alanlar arasında leptin düzeyleri açısından anlamlı bir fark görülmediği de bildirilmiştir. Anormal vücut kilosunda leptin seviyesindeki yüksekliğin nedeni, leptin reseptöründeki olası bir defekt veya blokaj ile açıklanmaya çalışılmıştır32,27. Leptinin insülin salınımı üzerine olan etkisi, pankreasın β hücrelerinde ATP duyarlı K kanalını aktive ederek hücrenin pozitif yük kaybına neden olup, hücrenin uyarılabilirliğini azaltmaktır, böylece hücre insülin salgılayamaz29 ve diyabet gelişir. Ancak bu çalışmada oluşan diyabetin nedeni, leptinden bağımsız olarak β hücrelerinde meydana gelen harabiyet sonucu insülin salgılanamamasıdır.
Her ne kadar kontrol grubuna göre diyabetik grupta kilo kaybı olsada deneyin başından sonuna kadar diyabetik grupta da ciddi bir kilo artışı gözlenmiştir. Kontrol grubuna göre diyabetik grupta bu azalışın olması da çok normaldir. Çünkü ratlara uygulanan STZ ile meydana gelen bir tahribat söz konusudur. Dolayısıyla çalışmada ortaya çıkan düşük leptin sonucu gelişen kilo artışı, koroner kalp hastalığı ve hipertansiyon gelişme riskini arttırır. Bu risk nedeni homosistein düzeyindeki azalma değil, leptin düşüklüğünde sekonder olarak gelişen kilo artışıdır.
Aterosklerozu olan kişilerde yapılan bir çalışmada34 lipid peroksidasyonunun son ürünlerinden biri olan serum MDA düzeylerinin yükseldiği tespit edilmiştir. Çömlekçi ve ark.35, yaptıkları çalışmada NIDDM' lu hastalarda HDL- kolesterol, LDL- kolesterol, apoA-1, apo-B, TG, lp (a) seviyeleri araştırılmış, HDL kolesterol seviyeleri düşük, TG seviyeleri yüksek bulunmuşken, diğer parametrelerde ise anlamlı değişiklik tespit edilememiştir. Kolesterol, trigliserid, LDL ve VLDL düzeyleri kontrol grubunda diyabetik gruba göre anlamlı olarak düşük bulunurken (Tablo:1, 2), HDL düzeyinin ise anlamlı olarak (p<0.05) yüksek olduğu görülmüştür (Tablo:1). Godin ve ark.36, deneysel diyabetik ratlarda kolesterol ve trigliseridin belirgin olarak arttığını öne sürmüşlerdir. Diğer bir çalışmada ise37 HDL'deki trigliserid seviyesinin %83 oranında arttığı saptanmıştır. Bunun nedeninin periferik doku hücre membranlarında, diyabetik hasara bağlı olarak lipoprotein metabolizmasının son ürünü şeklindeki lipid peroksitler olduğu ileri sürülmüştür. Lipit peroksitlerin son ürünü olan MDA düzeylerinin diyabetik grupta yüksek olduğu tespit edilmiştir (p<0.05) (Tablo:1). Özellikle iyi kontrol edilemeyen diyabette oksidatif aktivitenin artması serbest radikal oluşumunu arttırmak ta bu da proteinlerin non-enzimatik glikozillenmesinin artmasıyla glikozillenen proteinlerin oksidasyonu sonucu serbest radikal miktarını arttırmaktadır. Foddy ve ark.38, aterosklerotik kişilerde serum MDA düzeylerinin anlamlı olarak arttığını saptamışlardır. Diyabetiklerde görülen en önemli komplikasyon olan KKH'nın önlenmesinde kişilerin antioksidan sistemlerinin önemli olduğu fikri güçlenmektedir. Diyabette serbest radikal oluşumunun artmasına karşılık radikal tutucu sistemlerde de azalma olduğu ileri sürülmektedir20. Lipid peroksidas-yonundaki artış uzun süreli komplikasyonların hazırlayıcı faktörü olabileceğinden diyabetin gelişmesini değerlendirmede faydalı bir kriterdir. Sonuç olarak koroner kalp hastalığında serum kolesterol yüksekliğine, MDA düzeylerinde artışa ve leptin seviyesinde azalışa bağlı olarak sekonder gelişen kilo artışı eşlik etmektedir.
Aterosklerozun gelişmesinde hipertansiyon, sigara gibi risk faktörleri yanında antioksidan kapasitenin de oldukça önem kazandığı belirlenmiştir. Kuzey ve Güney Avrupa ülkelerinde yapılan epidemiyolojik çalışmalarda bir antioksidan olan serum vitamin E düzeylerinin koroner kalp hastalıkları mortalitesi ile kan basıncı ve kolesterol düzeylerinden daha fazla ilişkili olduğu saptanmıştır20.
Tip 1 diyabetik hastalarda antioksidan statü parametrelerini inceleyen çalışmalardaki bulgular çelişki göstermektedir. Bazı çalışmalarda39 antioksidan düzeylerinin arttığı diğerlerinde ise40 azaldığı bildirilmiştir. Çalışmamızda C vitamini düzeyinin kontrol grubuna göre diyabetik grupta azaldığı bulunmuştur (p<0.05) (Tablo:5). Diyabetik hastalarda poliol yolu aktivitesindeki artışa bağlı olarak NADPH ve NAD+ azalması ve hücresel redoks potansiyelinde değişiklikler ile sonuçlandığı bildirilmiştir34,40. Bu durum hücre içi GSH eksikliğine yol açar ve serbest radikal temizleyici aktivitenin engellenmesi ile hücrelerin artmış oksidatif stres ile mücadelesini azaltır. Geç dönem diyabetiklerde saptanan GSH eksikliğine bağlı olarak askorbatın dehidroaskorbattan rejenere olamaması askorbat seviyesinin düşüklüğünün nedeni olabilir34. Deneysel ve klinik diyabet çalışmalarında, askorbik asidin renal atılımdaki, yarı ömründeki ve hücresel alımdaki değişikliklerden dolayı vitamin C düzeyinin azaldığı bildirilmiştir34,41,42.
Bu çalışmada E vitamini istatistik olarak anlamlı olmasa da diyabet grubunda kontrol grubuna göre yüksek bulunmuştur (p>0.05) (Tablo:1). α tokoferol büyük oranda lipoproteinler ile taşınır. Geç dönem diyabetiklerde bulduğumuz E vitamini yüksekliği hiperlipidemiyle ilgili olabilir. Asayama ve ark.43 insüline bağımlı diabetes mellituslu (IDDM) hastalarda plazma ve doku E vitamin değerlerini yüksek saptamıştır.
A vitamini düzeyi ise istatistik olarak anlamlı olmasa da kontrol grubunda diyabetik gruba göre yüksek bulunmuştur (p>0.05) (Tablo:1). Süperoksit radikalleri enzimatik dismutasyonla temizlenirken, antioksidan olarak bilinen fakat enzim olmayan bileşiklerde organizmada oksijen radikallerinin temizlenmesini sağlarlar. Bu kimyasal bileşiklerden en önemlilerinin A, E ve C vitaminleri olduğu rapor edilmiştir44. Celik ve ark.45 diyabet ve komplikasyonlarının reaktif oksijen türleriyle ilişkisinde antioksidan savunma sistemini değiştirebileceğini vurgulamışlardır. Dolayısıyla diyabette serbest radikal üretiminin artmasına ve radikal bağlayıcı sistemlerde azalma olmasına bağlı olarak diyabetiklerin antioksidanlara daha çok ihtiyaç duyduğu söylenebilir. Ayrıca Tip 1 ve Tip 2 diyabetde homosistein seviyesiyle ilgili olarak farklı sonuçlar çıkmaktadır. Düşük homosistein düzeyi kardiyovasküler hastalıklar için risk taşımazken, düşük leptin düzeyiyle gelişen kilo artışının, serum kolesterol yüksekliğinin ve MDA düzeylerindeki artışın kalp hastalığı ve hipertansiyon gibi metabolik hastalıklara yol açacağı unutulmamalıdır.