Hastaların anksiyete, depresyon, algılanan stres düzeyleri kontrol grubuna göre anlamlı yüksek, yeme tutumları ve uyku kaliteleri anlamlı olarak daha bozuktu. GTBA gibi tekrarlı baş ağrılarına en sık anksiyete, depresif bozukluklar eşlik etmektedir ayrıca anksiyete ve depresyon prevalansı GTBA frekansındaki artışla birlikte artmıştır
26. Anksiyete ve depresyon gibi olumsuz duyguları deneyimlememize neden olan fenomenler baş ağrısının başlangıcını, şiddetini ve gidişatını direkt olarak kendi başlarına etkilemektedir ve aralarında iki yönlü bir iletişim vardır
27. Baş ağrılarına yaklaşımda fizyolojik modelde temeli periaduktal gri cevher olan serotonin döngüsü suçlanmaktadır. Bu döngüye parasempatik ve vasküler sistemin de dahil olmasıyla, yüksek algılanan stres durumlarında baş ağrısının başlangıcı ve şiddetlenmesi için zemin hazırlanmaktadır. Artan stres düzeyi bu karmaşık iletişimin girdilerini doğrudan etkilemektedir
27.
Uyku bozuklukları ve baş ağrısı hastalıkları ortak nöroanatomik yapılara ve nörotransmiterler yolaklarına sahiptir28. Beyin sapı ve hipotalamus hem uykuda hem de baş ağrısında önemli rol oynar. GTBA patofizyolojisinde periferik mekanizma olarak adlandırılan miyofasyal nosisepsiyon ve merkezi ayağı olan merkezi sensitizasyon mekanizmalarının etkili olduğu düşünülmektedir. Kronik GTBA’da merkezi mekanizmaların daha baskın olduğu ve ağrı eşiğinin azaldığı gösterilmiştir28. Kronik GTBA hastalarının bahsedilen ortak merkezi mekanizma ile sağlıklı popülasyona ve hatta epizodik GTBA’lı bireylere göre daha yüksek uyku bozukluğu prevelanslarına sahip olmaları polisomnografik çalışmalarla desteklenmiştir29. Kronik veya tekrarlayan ağrılar uyku kalitesini etkiledikleri gibi kalitesiz uyku da hem ağrı deneyimini hem de ağrının yönetimini güçleştirmektedir. Ağrı yönetiminde hastalar tarafından uygunsuz yeme davranışları kullanılabilmektedir30. Her ne kadar yeme bozukluğu düzeyinde olmasa da hasta grubumuzdaki yüksek yeme tutumu skorları, bize ağrının kötü yeme davranışı üzerine etkili olduğunu düşündürmüştür. Hastaların ağrı atakları arttıkça yeme tutumları kötüleşmekteydi, bu bilgi diğer bir bulgumuz olan yıllık baş ağrısı atak sayısının hastaların yeme tutumlarını yordaması bilgisiyle desteklenmektedir. Yeme davranışı fizyolojik, bilişsel ve duygusal faktörler tarafından düzenlenen kompleks bir davranıştır ve yeme tutumu ile ağrı ilişkisi halen belirsizliğini korumakla birlikte ortak patofizyolojik yolak olarak serotonin disfonksiyonu üzerinde durulmuştur. Bu disfonksiyon ağrı haricinde anksiyeteye ve yeme sorunlarına yatkınlıkla neticelenebilmektedir31. Örneğin migren hastalığının yeme bozukluklarının gelişmesi için bir risk oluşturabileceği gösterilmiştir32. Yeme bozuklukları ile migren ve GTBA gibi hastalıkların yüksek komorbidite göstermesi dikkat çekmektedir33. Demirci ve ark.34 çalışmalarında 59 migren hastasını incelemiş ve migren hastalarında daha yüksek YYT skorlarıyla daha fazla yeme bozuklukları saptanmışlardır. İnanç ve ark.30 örneklemlerine migren, GTBA ve kontrol grubunu dahil etmiş ve en yüksek YYT skorlarını anlamlı olarak GTBA hastalarında bulmuşlardır. Yazarlar bulgularını tokluk hissinde önemli bir yeri olan serotonin disfonksiyonun yeme dürtüsünde artışa neden olmasıyla açıklamışlardır35. Aynı zamanda yazarlar önceki çalışmalara da dayanarak migren ve GTBA’daki bozuk yeme tutum ve davranışlarının eşlik eden psikiyatrik komorbiditeyle de açıklanabileceğini vurgulamışlardır36. Çünkü aynı çalışma GTBA hastalarında BAÖ ve BDÖ skorlarını anlamlı yüksek bulmuş ve YYT ile ölçek skorları arasında korelasyon saptamışlardır30. Çalışmamızda hastaların yeme tutumları kötüleştikçe anksiyete depresyon ve algılanan stres seviyeleri artmakta ve uyku kaliteleri kötüleşmekteydi. Yapılan başka bir kronik ağrı bozukluğu olan fibromiyalji hastalarında yeme tutumu bozukluğu ile anksiyete ve depresyon düzeyleri parelellik göstermiştir37.
Benzer şekilde hastaların tanı süreleri ve atak sayıları arttıkça algılanan stres düzeyi artmaktaydı. Sık ve uzun süreli ağrı yaşantısının algılanan stres düzeylerini arttırabileceği beklenen bir bulgudur. Daha önce bahsedilen GTBA etiyolojisinde etkili olan merkezi mekanizmaların başında stres gelmektedir. Stres faktörü beyin sapı nöronlarında fasilitasyonu arttırıp, antinosiseptif fonksiyonunu azalarak ağrının oluşumunu başlatır ve şiddetini arttırır38. Diğer taraftan bu hastalar tekrarlı baş ağırısı atakları yaşacağı endişesiyle yaşamaktadır ve bu durum ve hastaların etkilenen günlük aktiviteleri hastalara ek stres faktörleri olarak geri dönmektedir. Ağrı tedavisindeki multidisipliner yaklaşım ve psikososyal faktörlerin iyileştirilmesi ve baş ağrısı hastalarının işlevselliğini iyileştirmektedir. Psikoeğitimler hastalardaki algılanan stres düzeylerini azaltmıştır39,40. Diğer taraftan ağrının kendisi, hem duyusal hem de duygusal bir yaşantı olarak bir stres faktörüdür. Ağrı yaşantısına sahip kişilerdeki algılanan stres tedavi yöntemlerinden birisi olan bilişsel davranışçı terapinin odak noktalarından birisidir39,41.
Hastaların uyku kaliteleri düştükçe algılanan stres, anksiyete ve depresyon seviyelerinin arttığı, baş ağrısı atakları arttıkça uyku kalitelerinin azaldığı gözlenmiştir. Kötü uyku kalitesi hem depresyonun hem kaygı bozukluklarının önemli bir belirtisi olmasının yanı sıra, kronikleşen uyku sorunları da depresyon ve kaygı düzeylerinde artışa neden olabilmektedir. Benzer şekilde uyku sorunları primer baş ağrıları üzerine etkili olabilirken, baş ağrıları da uykunun pek çok evresine etki ederek uyku sorunlarına neden olabilmektedir42. Kronik baş ağrısından muzdarip hastaların uyku süresinin daha kısa olduğu ve bu kısalan sürenin ağrının şiddeti ilişkili olduğunu saptanmıştır43. GTBA hastalarında kötü uyku kalitesinin ağırı duyarlılığını artırdığı görülmüştür44. Anksiyete ve depresyon düzeyleri uyku kalitesini direkt olarak etkilemektedir45. GTBA’nın hem başlamasında hem de devam etmesinde kötü uyku haricinde sıklıkla stres, anksiyete, depresyon gibi faktörler etkilidir43. Beklediğimiz gibi hastaların algılanan stres seviyeleri arttıkça depresyon ve anksiyete düzeyleri de artmaktaydı.
Sonuç olarak, hastalar yüksek algılanan stres, anksiyete ve depresyon seviyelerine sahipti, yeme tutumları ve uyku kaliteleri sağlıklılardan daha kötüydü.
Hastaların deneyimledikleri baş ağrısı atak sayısı yeme tutumlarını ön görmekteydi. Bu bize hastaların ağrıyla baş etmede sağlıklı olmayan yeme davranışlarını kullandıklarını düşündürmektedir. Primer baş ağrılarında depresyon ve anksiyete yaygınlığının fazla olması nedeniyle tanı konulduktan sonra psikiyatrik değerlendirmenin erken yapılmasının önemli olduğunu düşünmekteyiz. Komorbiditelerin varlığı, algılanan stres, yeme ve uykunun baş ağrısının klinik seyrini, prognozunu ve tedavi stratejilerini etkileyebileceğinden dolayı mevcut ilişkilerin incelendiği daha geniş katılımlı çalışmaların yapılması faydalı olacaktır. Bu noktada çalışmamızın bulgularının yol gösterici olduğunu umut ediyoruz.
Finansal Kaynak: Çalışmaya finansal destek alınmamıştır.
Çıkar Çatışması: Yazarlar çalışma kapsamında herhangi bir kişisel ve finansal çıkar çatışması olmadığını beyan eder.