Ülkemizde ağız ve diş sağlığı düzeyini belirlemek amacıyla çeşitli epidemiyolojik çalışmalar farklı iller ve bölgelerde yapılarak değişik dmf-t ve DMF-T değerleri elde edilmiştir.
6,19-26.
Güler ve ark.’nın Malatya ‘da yaptıkları bir çalışmada 7-12 yaş grubunda DMF-T değeri 1.39±1.98 ve dmf-t değeri 2.38±2.84 iken, 13-14 yaş grubunda DMF-T değeri 2.82±2.3 Çalışma grubunun DMF-T ve dmf-t indekslerine göre çürük prevalansı ise %82.6 olarak tespit edilmiştir19. dmf-t ve DMF-T değerleri cinsiyete göre istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık görülmemiştir.
Yıldız ve ark.’nın Gaziantep ilinde yaptıkları çalışmada, değerlendirilen hastalarda dmft ve DMF-T değerleri sırası ile 3.71±2.74 ve 2.67±2.19 olarak bulunmuştur6.
Tulunoğlu ve ark. Ankara’da yaptıkları çalışmada ise 3-8 yaş arası çocuklarda dmf-t ve DMF-T değerlerini sırasıyla 2.2 ve 0.4 bulmuşlardır23.
Bu çalışmada ailelerinin yanında kalan çocuklarda dmf-t değerleri 5.47±4.28 (6.0) DMF-T değerleri 1.77±2,42 (1,0) iken sosyal hizmetlerde kalan çocuklarda dmf-t değeri 2.03±2.83 (0.0) ve DMF-T 1.90±2.27 (2.0) olarak belirlenmiştir. DSÖ’nün metod bölümünde belirtilen sınıflandırmasına göre çalışmamızda dmf-t değeri klinik hastalarında yüksek, sosyal hizmetler grubunda düşük grupta olduğu görülmüştür. Bununla birlikte her iki grupta DMF-T değeri düşük olarak olduğu bulunmuştur. Çalışmada sosyal hizmetlerde kalan çocuklarda ağız ve diş sağlığında daha sistemli bir şekilde faydalanıldığı gözlemlenmiştir. Bununla birlikte çürük insidansı yüksek olan bireyler çoğunlukla sosyal hizmetlerde yeni kalan bireylerden olduğu çalışma esnasında gözlemlenmiştir.
Ülkemizdeki çalışmalarda farklı dmf-t ve DMF-T değerlerinin farklı olmasında, farklı yaş gruplarından ve bölgelerden oluşturulması ve bu bölgelerdeki çocukların farklı sosyo-ekonomik seviyelerde olmasından kaynaklanabilmektedir19. Nitekim düşük sosyo-ekonomik düzey, risk altındaki bir başlangıcı içerir ve daha sonraki yaşamda nedensel faktörlere maruz kalma yoluyla hastalık riskini etkileyen yetişkin sosyoekonomik koşullarıyla bağlantılıdır. Böylelikle sosyal eşitsizlikler, sağlık alanında dezavantajlılığın biriktirildiği bir sürece karşılık gelir. Ağız sağlığındaki sosyal eşitsizlikler, diş hekimliği bilimsel literatüründe belgelenmiştir ve bu durum, düşük sosyoekonomik statüdeki (SES) grupların, yüksek SES'teki bireylerle karşılaştırıldığında daha kötü ağız sağlığına sahip olduğuna dair birçok kanıt sağlamaktadır. Örneğin dişsizlik ve 21'den az dişe sahip olmak, daha az meyve ve sebze tüketimi, protein ve mikro besin alımının azalması ve karbonhidrat tüketiminin artmasıyla ilişkilidir27. Türkiye’de çocukların korunma kararının verilme nedenlerinin başında sosyo-ekonomik yetersizlik yer almaktadır. Bu durum, çeşitli araştırmalar28-33 tarafından kanıtlanmıştır. Ekonomik yetersizliği boşanma ve çocuğa yönelik ihmal ve istismar takip etmektedir. Bu çalışmada da dental tedavi ve kontrol amacıyla başvuran ailelerinin yanında kalan çocuklar farklı sosyo-ekonomik çevrelerden oluştuğu için dmf-t değerlerinin yüksek olduğu sonucuna varılmıştır.
Diğer yandan İspanya ve Avusturya’da yapılan epidemiyolojik bir araştırmada 6 yaşındaki çocukların dmf-t indeksi 2.10 ve DMF-T indeksi 0.25, 9 yaşındaki çocukların dmf-t indeksi 2.38 ve DMF-T indeksi 1.5, 12 yaşındaki çocukların DMF-T indeksi ise 3.30 olarak belirlenmiştir34.
Jürgensen ve Petersen ise yaptıkları çalışmada 12 yaşındaki çocuklardaki DMF-T indeksini 1.8 olarak belirlemişlerdir35. Llompart ve ark. Arjantin’de 6 yaşındaki çocuklarda dmft indeksini 4.64; DMFT indeksini ise 0.48 olarak tespit emişlerdir36.
Avrupa ülkelerindeki okullarda, dmf-t indeksleri bizim çalışmamızdaki değere göre klinik grubunun daha düşük olmasına rağmen her iki grupta daimi dişlerdeki DMF-T değeri ve sosyal hizmetler grubundaki dmft değerlerine bakıldığında benzer sonuçlar elde edilmiştir. Çalışmamızın sonuçlarına göre, daimi dişlere verilen önem süt dişlerine oranla çok daha fazladır ve buna bağlı olarak dmf-t skorları özelikle klinik grubunda yüksek olduğu tespit edilmiştir.
ABD ’de yapılmış olan bir diğer benzer araştırmanın sonucunda yaklaşık olarak 6 adelosandan 1’i ve 4 erişkinden 1’inin travmatik dental yaralanmaya uğradığı rapor edilmiştir37.
Ercan ve ark. Diyarbakır’da yaşayan okul çocuklarının kesici dişlerindeki dental travma sıklığını araştırdıkları çalışmada, yaralanmaların erkek çocuklarında daha çok trafik kazaları, spor ve şiddet olayları sonucunda, kız çocuklarında ise daha çok düşme sonucu kaynaklandığını; en yaygın yaralanmaların sırasıyla; komplike olmayan kron kırığı (%55.4), kök kırığı (%8.6), komplike kron kırığı (%5.5), lüksasyon (%4.3), ve avulsiyon (%2.0) olduğunu bildirmişlerdir. İnsanın ağız bölgesi tüm vücudun %1’ini oluştursa da, istatistikler okul çağı çocuklarının 1/4’ünün ve erişkinlerin 1/3’ünün daimi dişlerinin travmaya uğradığını belirtmektedir38.
Güler ve ark. dört yıllık takip süresince dental travma prevelansını değerlendirdikleri çalışmada 1-13 yaş grubundaki çocuklarda dental travma insidansı %1,04 olarak tespit edilmiştir19.
Mevcut çalışmanın sonuçlarına göre, ailelerinin yanında kalan çocuklarda %8.5; sosyal hizmetlerde kalan çocuklarda ise, %12.3 oranında travma varlığı tespit edilmiştir. Böylelikle istatistiksel olarak farklılık olmadığı görülmüştür. Kvist ve ark.’nın (2018) yaptığı çalışmada benzer sonuçlar elde edilmiştir39.
Güler ve ark. Malatya’da yaptıkları çalışmada fırçalama sıklığı günde 2 ve üzeri diş fırçalayanların %31 olduğu görülmüşken, günde 1 kez fırçaladığını bildiren çocukların %24.2 oranında olduğu görülmüştür. Hiç fırçalamadığını bildiren çocukların oranı ise %7.9 olarak rapor edilmiştir. Ayrıca kızların erkeklere göre fırçalamayı daha fazla önemsediği tespit edilmiştir19.
Akıncı’nın tez çalışmasında, diş fırçalama sıklığını günde 2 kere yapanlar %47.9 oranında iken; %38 oranında ise günde 3 kere olduğu görülmüştür. Dişlerini daha fazla fırçalayanların ağız ve diş sağlığının daha iyi olduğu görülmüştür40.
Mevcut çalışmada diş fırçalama sıklıkları incelendiğinde ise; klinik grubunda %23.1’i dişini fırçalamazken, sosyal hizmet grubunda bu oran %9.2’dir. Günde iki kez fırçalayanların oranı ise klinik hastalarda %7,8 iken, sosyal hizmet grubunda bu oran %35.4’tür. Bu sonuçlar ışığında Elazığ ili ve çevresinde çocukların yeterli düzeyde diş fırçalama alışkanlığına sahip olmadığı görülmüştür. Bu çalışmanın bulgusu Güler ve ark.’nin ülkemizde yaptığı çalışmanın bulgularıyla örtüşmektedir19. Ağız diş sağlığı konusunda bireylere farkındalık oluşturmak için çocuklara ve onlarla ilgilenen yetişkinlere daha çok eğitim verilmesi gerektiğini düşünmekteyiz.
Bu çalışmada, klinik hastalarından ağız içi hijyen değerlendirmesi iyi olanların oranı %63,3 iken, sosyal hizmet grubunda ağız içi hijyen değerlendirmesi iyi olanların oranı %33.8’dir. Sosyal hizmet grubundaki katılımcıların ağız içi hijyen değerlendirmesinde en yüksek oran orta değerlendirmededir.
Astrom ve Jakobsen, diş sağlığı ile ilgili tutum ve davranışlarda çocuklar ebeveynlerini model olarak gördüğünü belirtmiştir. Ayrıca çalışmada, diş fırçalamada, ailelerin iyi bir örnek olması sonucunda çocuklarda bu alışkanlığın iyi geliştiği görülmüştür. Çocukları ile daha iyi bir iletişim halinin yoğunluğu ve süresi bu modellemenin başarısında etkili olduğu görülmüştür. Bu rol model olma durumu çocukların ergenlik dönemine kadar etkili olduğunu belirtmiştir 41.
Bu çalışmada sosyal hizmetlerde fırçalama sıklığının klinik grubuna göre fazla olmasına rağmen klinik hastaların oral hijyenin dahi iyi olması ve sosyal hizmetler grubunda orta oral hijyene sahip birey oranın fazla olması, fırçalama esnasında verilen dikkatin iyi olmaması ile açıklanabilir.
Kvist ve ark. İsveç’te çocuk istismarı ve ihmali şüphesiyle Sosyal Hizmetler tarafından takip edilen çocukların ağız sağlığını araştırdıkları çalışmada, bu gruptaki çocukların çürük prevelansı daha yüksek bulunmuş, zayıf oral hijyene sahip olduğu görülmüştür. Ayrıca dental travma öyküsü kontrol grubu ile benzer bulunmuştur39.
Bu çalışmada ise sosyal hizmetlerde kalan çocukların çürük prevelansının yüksek ve oral hijyeninin zayıf olmadığı görülmüştür. Kvist ve arkadaşlarının yaptığı çalışmada sosyal hizmetler tarafından takip edilen çocuklar olmasına rağmen bizim çalışmada devlet koruması altındaki bireyler araştırılmıştır. Bu çocuklarla sürekli ilgilenen sağlık personelleri olması sebebiyle iyi bir ağız ve diş sağlığına sahip olduğu gözlemlenmiştir39.
Bu çalışmada Sosyal hizmet kurumlarında kalan çocukların PUFA %33.33, olarak klinik grubuna göre daha yüksek bulunmuştur. Bu değerler ülkemizde Aktaş ve ark. 5-12 yaş arasındaki çocuklarla yapılan bir çalışmada PUFA prevalansı %2.3 olarak, Shanbhog ve ark.’nın 12-15 yaş arasındaki Hintli 1452 çocuk üzerinde yürüttükleri çalışmadaki PUFA prevalansından (%14.1) yüksek olarak bulunmuştur42,43. Hindistan’da 12-14 yaş arası 488 çocuk üzerinde yaptıkları çalışmadaki PUFA prevalansı (%37.7)’dir43. Ayrıca 18-Monse ve ark.’nın 12 yaşındaki Filipinli 2022 çocuk üzerinde yaptıkları çalışmanın PUFA prevalansı ile (%50) daha düşük bulunmuştur18.
Mevcut çalışmada ise sosyal hizmet grubunun pufa prevelansı %38.18 olarak bulunmuştur.
Aktaş ve ark. yürüttüğü çalışmada, süt dişleri için toplam pufa prevalansı %22.25, Leal ve ark. tarafından 6-7 yaşlarındaki 587 Brezilyalı çocukta yapılan çalışmada pufa prevalansı %26.2; Figueiredo ve ark. tarafından 6-7 yaş arasındaki 835 çocuk üzerinde yapılan çalışmada da %23.7 olarak rapor edilmiştir42,44,45. Bu çalışmada PUFA prevelansı %38,18 olarak diğer çalışmalardan yüksek iken, Baginska ve ark. tarafından 5-7 yaş arasında 215 Polonyalı çocuk üzerinde yapılan çalışmadan (%59.1) düşük bulunmuştur46.
Sonuç olarak; bu çalışmada kurum bakımında kalan çocukların ağız ve diş sağlığı seviyesinin ailesinin yanında kalan çocuklara göre daha düşük olduğu tespit edildi. Ailelerin, çocukların ağız diş sağlığında önemli bir yere sahip olduğu saptandı.