Diyabetik makular ödem diyabetik retinopati
sürecinde görme düşüklüğünün en önemli
nedenlerindendir. “Early Treatment Diabetic Retinopathy
Study Research Group” çalışma sonuçlarına göre
makula diffüz olarak etkilenmedikçe retinadaki fokal
vasküler sızdırmalar için fokal LFK önerilmektedir
16.
Diffüz makula ödeminde önerilen grid lazer tedavisi
olguların yaklaşık %15 kadarında yetersiz kalmaktadır ve
değişik yoğunluklarda fotokoagülasyon yapılmasına
rağmen makula ödemi düzelmeyebilir ve yoğun LFK
parasantral skotoma neden olabilmektedir. Dirençli bu
olgularda intravitreal TA uygulaması olumlu cevap
vermektedir
16-18. Gillies ve ark.‘ının yaptığı bir
çalışmada, dirençli DMÖ’i bulunan hastalara intravitreal
TA uygulanmış ve 2 yıllık takip sonuçları incelenmiştir.
Makular kalınlığın ciddi düzeylerde azalması, DEİGK’nin
artması sonucu DMÖ tedavisinde intravitreal TA’nın etkin
bir tedavi yöntemi olduğu düşüncesini oluşturmuştur.
Ayrıca çalışmalarında intravitreal TA enjeksiyonu sonrası
oluşan katarakt ve glokom gibi yan etkilerin tedavi
edilebilir olduğuna dikkat çekilmiştir
19,20. Başka bir
plasebo kontrollü çalışmada ise tedavi edilen gözlerin
%55’inde (33 gözün 18’i) 5 veya daha fazla sıra artışı
bulmuş, plasebo yapılan gözlerde ise bu oran %16 (32
gözün 5’i) olarak bulunmuştur ve TA tedavisinin
istatistiksel olarak anlamlı olduğu gösterilmiştir
21.
Literatürde laser tedavisi yapılmadan direk olarak
intravitreal TA uygulanımı da mevcuttur. Nitekim
Karaçorlu ve ark.22 daha önceden LFK uygulanmamış
diffüz DMÖ’li olgulara 4 mg/0.1 ml IVTA enjeksiyonu
yapmışlar ve 3. ayda %66 ve 6. ayda %83.2 oranında
görme keskinliğinde artış saptamışlardır.
İntravitreal TA enjeksiyonundan sonra görme
keskinliklerindeki artış, enjeksiyondan sonraki yaklaşık 4
ile 6. aylardan itibaren azalmaktadır. Bu da TA’in vitre
içinden kaybolma zamanı ile uyumlu görünmektedir.
Beer ve ark.23 yaptıkları çalışmada intravitral TA
enjeksiyonundan sonra ön kamaradan aldıkları humör
aközdeki TA seviyelerini ölçmüşler ve bulunan
değerlerden farmakokinetik parametreleri kullarak
vitredeki yarı ömrünü hesaplamışlardır. Vitrektomi
yapılmamış olan gözlerde TA yarılanma zamanı 448±136
saat (18.6 gün) olarak bulunmuştur. İlacın 5 yarı ömür
sonunda temizleneceği düşünülürse TA’nın yaklaşık 3 ay
(93±28 gün) boyunca vitreden ölçülmesinin mümkün olduğu bildirilmiştir. Vitrektomi geçirmiş gözlerde ise
yarılanma süresi 3.2 gün olarak ölçülmüştür. Bu
çalışmada da EİDGK 3 ay boyunca artış göstermiştir.
Ayrıca 4. aydan sonra TA etkisinin giderek azalması
tekrarlayan enjeksiyonlara ihtiyaç duyulmasını
açıklamaktadır. Bununla beraber TA’nın sistemik
dolaşıma geçiş oranını ve olası yan etki gösterebilecek
dozda geçiş olup olmadığını araştırmak için Degenring
ve ark.24 20-25 mg/0.1 mL IVTA enjeksiyonundan
sonra serum TA seviyelerini incelemiştir. Bu çalışmada
serumdaki enjeksiyon sonrası TA konsantrasyonu
0.065±0.21 μg/L bulunmuş ve enjeksiyon öncesi
değerlerlerle aralarında anlamlı fark bulunmamıştır. Elde
edilen sonuçlara göre intravitreal TA enjeksiyonunun
sistemik yan etki yapmasının beklenmediği bildirilmiştir.
Kliniğimizde takip ettiğimiz olgularda da enjeksiyon
sonrası, enjeksiyona bağlı sistemik yan etki
oluşmamıştır.
Diyabetik makular ödemin patogenezinde retinanın
iskemik bölgelerinden salınan endojen faktörlerin kapiller
geçirgenliği arttırdığı, bunun da ödeme yol açtığı
düşünülmektedir. Kortikosteroidlerin araşidonik asit
yolunu inhibe ederek, damar geçirgenliğini arttırıcı etkisi
bulunan prostaglandinlerin salınımını azalttığı
bilinmektedir. Ayrıca kortikosteroidlerin damar
geçirgenliğini arttırdığı bilinen VEGF salınımını da
azalttığı düşünülmektedir25. Buradan yola çıkıldığında
ödemin gerilemesinde triamsinolonun antiinflamatuar
etkinliği, VEGF inhibisyonunun yanı sıra kan-retina
bariyerinin yıkımının azaltılması ya da bozulmuş
permeabilitenin azaltılması başlıca mekanizmalardır10,26.
İntravitreal triamsinolon uygulamasının beraberinde
getirdiği GİB artışı, katarakt gelişim progresyonu ve
endoftalmi riski gibi bir takım yan etkiler bulunmaktadır27-29. GİB artış oranı literatürde %20-80 aralığında28 değişmekle birlikte en sık rastlanan komplikasyon
olarak bildirilmiştir18,30. Bizim bulgularımızda %20.68
oranla literatüre benzer niteliktedir. GİB artışı genellikle
üçüncü hafta ile ikinci ay arası belirginleşmektedir ve
çoğu tıbbi tedaviye olumlu yanıt vermektedir31. GİB
artışı ve hastanın cinsiyeti, refraksiyon kusuru, tedavi
endikasyonu ve diabetes mellitus varlığı ile ilişkili
olmadığı fakat genç hastalarda yaşlı hastalara göre
anlamlı olarak daha yüksek olduğu bildirilmiştir28.
Fakat bunun nedeni tam olarak bilinmemektedir. Bir
gözüne yapılan IVTA enjeksiyonu sonrası GİB artışı
görülen hastalarda diğer göze yapılan enjeksiyonda da
GİB artışı olduğu ve daha önceden IVTA yapılan
hastalarda tekrarlanan enjeksiyonlarda da GİB artışı
olduğu görülmüştür. Daha önceden glokomu olan
hastalar incelendiğinde ise %66.6 oranında GİB artışı
bildirilmiş fakat bu hastalardaki artış ile diğer hastalar
arasındaki artış arasında anlamlı fark bulunamamıştır28. Olgularımızda da benzer duruma rastlanmıştır.
İntravitreal TA enjeksiyonları sonrası katarakt gelişimi
de literatürde bildirilmiştir32. Gillies ve ark.33
yaptıkları randomize, plasebo kontrollü çalışmada TA
enjeksiyonu sonrasında GİB artışı ile arka subkapsüler katarakt gelişimi arasındaki ilişkiyi araştırmışlardır.
Steroide bağlı GİB artışı olan grupta, basınç artışı
olmayanlara göre anlamlı olarak yüksek oranda arka
subkapsüler ve kortikal katarakt gelişimi bildirmişlerdir.
GİB artışı ve nükleer katarakt gelişimi açısından iki grup
arasında belirgin bir fark bulunamamıştır. Trabeküler ağ
ve lenste GİB artışı ve katarakt gelişimini tetikleyen
steroid reseptörleri bulunduğu bildirilmiştir. Ayrıca 11- ßhidroksisteroid
dehidrogenaz tip 1 gibi steroid
metabolizmasında rol oynayan enzimlerin, trabeküler ağ
ve lens epitelinde yoğun biçimde bulunduğu da
bilinmektedir. Steroide bağlı GİB artışı ve katarakt
gelişiminin patofizyolojisi tam olarak bilinmesede, bu
çalışma sonuçlarına göre İVTA enjeksiyonu sonrasında
göz içi basınç artışı olan gözlerde katarakt gelişim
riskinin %50 oranında arttığı belirtilmiştir.
Moshfeghi ve ark.34 yaptığı retrospektif çalışmada,
8 merkezde yapılan inravitreal TA enjeksiyonları
sonrasındaki endoftalmi görülme sıklığı, risk faktörleri ve
tedavi yöntemlerini değerlendirmiştir. Potansiyel
predispozan risk faktörleri ise tip 2 Diabetes Mellitus,
aynı flakondan birden fazla hastaya enjeksiyon,
fonksiyonel bleb varlığı ve blefarit bildirilmiştir.
Kliniğimizde, enjeksiyonların ameliyathane koşullarında
ve steril ortamlarda yapılması, her hasta için ayrı flakon
kullanılması, enjeksiyon öncesinde yapılan
biomikroskopik muayene ile akut konjonktivit ve blefariti
olan hastalara öncellikle tıbbi tedavi uygulanması
sonucunda hiç endoftalmi vakası gözlemlenmemiştir.
Ancak 1 hastada enjeksiyon sırasında hastanın ani
şekilde gözünü ve başını çevirmesinden dolayı retinal
yırtık ve takibinde regmatojen retina dekolmanı
gözlemlenmiştir.
Diabetik makular ödem tedavisinde son yıllarda anti
VEGF ajanların kullanımı artmıştır. Anti VEGF tedaviler
ile başarılı sonuçlar elde edilmesine rağmen daha önce
inme öyküsü olan, koroner arter hastalığı olan hastalarda
anti VEGF ajanlardan kaçınılmaktadır. Ayrıca
bevacizumabın intravitreal kullanımının endikasyon dışı
olması, ranibizumabın maliyeti ve bu grup ilaçların
sistemik yan etki potansiyelleri de göz önünde
bulundurulduğunda DMÖ tedavisinde TA güvenilir bir
tedavi yöntemidir. Özellikle psödofakik hastalarda ve
sistemik yan etki potansiyeli olanlarda tercih edilebilir.
Sonuç olarak; LFK’a cevap vermeyen DMÖ’de,
intravitreal TA uygulamasının geçici bir süre için de olsa,
gerek anatomik, gerekse görsel düzelme sağlayan,
uygulaması kolay, maliyeti düşük, tekrarlanabilir ve
komplikasyonları kabul edilebilir düzeyde olan bir tedavi
yöntemi olduğu gözlenmiştir. Ancak esas patoloji tedavi
edilmediği sürece, DMÖ’nin bu yolla kısa süreli
kontrolünün uzun dönemli prognoza olumlu etki yapması
beklenmemelidir. Asıl tedavi her zaman diyabetin kontrol
altında tutulması ve kan şekeri regülasyonunun
sağlanması ve hastanın yaşam şeklini, hastalığı
doğrultusunda planlaması olması hatırlatılmalıdır.