Bu çalışmada 55-70 yaş aralığındaki normal kilolu,
aşırı kilolu ve obez kadınların vücut kompozisyon
değerleri ile karaciğer enzim düzeyleri retrospektif
olarak incelendi. Obez kadınların normal kilolu ve aşırı
kilolu kadınlara göre vücut yağ ağırlığı ve beden
yoğunluklarının anlamlı olarak farklı olduğu görüldü.
Ayrıca, VKİ değerleri ile GGT ve LDH aktiviteleri
arasında pozitif ilişki; BMH değerleriyle serum üre
düzeyleri arasında anlamlı olarak negatif ilişki bulundu.
Yaş artışıyla birlikte vücudun harcadığı enerji
miktarında, bazal metabolizma hızında ve fiziksel
aktivite düzeyinde değişiklik olduğu bilinmektedir.
Fiziksel aktivitedeki değişikliklerle birlikte sağlık ve
yaşam kalitesi için önemli sonuçların gözlendiği bir
geçiş dönemi olan 55-70 yaş aralığındaki bayanların
obezite açısından incelenmesi önemlidir. Çünkü, daha
önce yapılan çalışmalar 55-70 yaş aralığının kadınlar
için vücut direncinin düşmeye başladığı ve kronik
hastalıkların arttığı bir yaşam periyodu olduğunu
göstermektedir 16. Yaş artışı ile birlikte, özellikle
kadınlarda yağsız vücut kütlesi ve vücut yağ
dağılımlarında önemli değişiklikler meydana gelmekte,
kol ve bacak gibi uzuvlardaki derialtı yağ dokusunda
azalma, intra-abdominal deri altı yağ dokusunun ise
artma gözlenmektedir. Yaş artışıyla birlikte sarkopenik
obezite (kas kitlesindeki azalma ile ilişkili vücut
bileşiminde değişim) ve intra-abdominal yağ birikiminin
meydana geldiği de yine rapor edilen bulgular
arasındadır. Yaşlanmaya bağlı olarak vücut bileşimi ve
yağ dağılımındaki değişikliklerin bilinmesi; morbidite ve
mortalite nedenlerinin daha iyi anlaşılmasına yardımcı
olacaktır 15. Bununla beraber, yağsız doku kütlesi ve
yağ dokusu gibi vücut kompozisyon parametrelerinin
ölçülmesinde geçerli ve güvenilir sonuçlar vermesinden
dolayı BİA yaygın bir şekilde kullanılmaktadır 9-12.
Bu çalışmada 55-70 yaş aralığındaki obez
kadınların yağ ağırlığı ve oranlarının normal kilolu ve
aşırı kilolu kadınlara göre anlamlı olarak yüksek, beden
yoğunluklarının ise düşük olduğu bulundu. Ayrıca, obez kadınlarda bazal metabolizma hız değerleri, normal
kilolu kadınlara göre anlamlı olarak yüksekti.
Yaş, cinsiyet, vücut kütlesi, vücut bileşimi, fiziksel
aktivite ve endokrin sistem bazal metabolizma için
harcanan enerji miktarını etkilemektedir 20. Normal
kilolu ve obez bireylerin bazal metabolizma hızlarının
ve günlük enerji harcama düzeylerinin de farklılık
gösterdiği daha önceki çalışmalarla belirtilmiştir 21-23.
Yapılan bir çalışmada, vücut kütlesi fazla olan bireylerin
günlük BMH değerlerinin fazla olduğu ifade edilmiş:
normal kilolu, obez ve morbid obez bireylerin BMH
değerleri sırasıyla 1.402, 1.773 ve 1.983 kkal/gün
olarak bulunmuştur 21. Gemert ve ark. 22, obez
bireylerin vücut ağırlık kaybetmeleriyle birlikte günlük
enerji harcamalarındaki azalmaya ek olarak BMH
değerlerinin de azaldığını bildirmişlerdir. Vücut ağırlık
kaybı sırasında oluşan BMH’nin azalmasına etki eden
iki temel unsur olduğu düşünülmektedir. Bunlar, vücut
ağırlık kaybıyla birlikte enerji gereksinimindeki azalma
ve yağ oksidasyonu için kapasitenin düşmesi olarak
ifade edilmektedir 21. Obezite durumunda BMH’nin
artışı, obezitenin metabolik enflamasyonu ve sitokin
salınımını artırması bunun sonucunda da termojenez
ve enerji dengesini modüle eden karmaşık sinyal
ağlarını etkilenmesi şeklinde açıklanmaktadır 23.
Bu çalışmada 55-70 yaş aralığındaki obez
kadınlara ait yağ ağırlığı ve yağ oranlarının normal
kilolu bireylere göre anlamlı olarak yüksek bulunması
ve literatür bulguları göz önüne alındığında, obez
kadınların BMH değerlerinin normal kilolu kadınlara
göre daha yüksek olmasıyla obez kadınlardaki yağ
ağırlığı ve yağ oranlarıyla ilişkili olduğu ifade edilebilir.
Bununla beraber, bundan sonra yapılacak klinik
çalışmalarla, 55-70 yaş aralığındaki obez kadınlara ait
BMH yüksekliği ile bu bireylerdeki enflamatuar sitokin
düzeyleri arasında ilişki olup olmadığının belirlenmesi
literatüre önemli katkılar sağlayabilir.
Diğer taraftan, yapılan korelasyon analizinde,
kadınlara ait BMH değerleriyle serum üre düzeyleri
arasında anlamlı olarak negatif korelasyon bulundu.
Yapılan literatür taramasında 55-70 yaş
aralığındaki bireylerde serum üre düzeyleri ile vücut
kompozisyonlarının ilişkisini inceleyen bir çalışmaya
rastlanmadı. Diğer taraftan, sıçanlar üzerinde yapılan
bir çalışmada, kafeterya diyetiyle beslenen sıçanların
toplam vücut ağırlıklarında artış tespit edilmiş ve bu
sıçanlarda kontrol grubuna göre azotun vücuttan
atımının anlamlı oranda azaldığı bulunmuştur 24.
Kafeterya-diyetle beslenen sıçanlar tarafından tüketilen
azot miktarının, kontrol grubunun tükettiği azot miktarı
ile eşit olmasına rağmen azotun vücuttan atılımındaki
bu azalmanın azotun idrarla atılımındaki azalmayla
açıklanabileceği ileri sürülmüştür. Aynı çalışmada elde
edilen çok daha önemli bir diğer bulgu ise; kafeterya
diyetiyle beslenen sıçan hepatositlerinde üre
prekürsörlerinin sentezlenme hızının kontrollerden
düşük olmasıydı 24. Obezitedeki potansiyel karaciğer
fonksiyon bozuklukları, etkileri ve diğer parametrelerle
olan ilişkileri son yıllarda birçok araştırmanın konusu
olmuştur. Bununla beraber, yaşın artışıyla ilişkili olarak da karaciğer fonksiyonlarında değişikliklerin oluştuğu,
hepatosit boyutları artarken sayılarının azaldığı,
endoplazmik retikulum ve mitokondriyal değişiklikler
gibi yapısal değişikliklerin tespit edildiği ifade edilmiştir
6. Ayrıca izole hidropik dejenerasyon, siderozis,
nükleer vakualizasyon ve nukleolus sayısında artma
gözlenebilmektedir. Karaciğerde lipofussin pigmenti ve
portal alanda bağ dokusu yaşla birlikte daha da
artmaktadır 6,7.
Yapılan çalışmada gruplar karaciğer enzim
düzeyleri açısından karşılaştırıldıklarında, obez
kadınlara ait serum LDH ve GGT aktivitelerinin kontrol
grubu aktivitelerine göre anlamlı olarak yüksek olduğu
bulundu. Ayrıca, aşırı kilolu kadınların serum GGT
aktivitelerinin kontrol grubundaki kadınlara göre anlamlı
olarak yüksekti. Vücut kompozisyon değerleri ile
karaciğer enzim düzeyleri incelendiğinde ise: VKİ
değerleri ile GGT ve LDH aktivitelerinin pozitif ilişkili
olduğu bulundu.
Karaciğer fonksiyonlarının değerlendirilmesinde
en çok kullanılan biyobelirteçler ALT, AST, ALP, LDH
ve GGT olarak bilinmektedir. Karaciğerde ALT
hepatositin sitozolik fraksiyonunda, AST mitokondriada
sentezlenmektedir. GGT ve ALP enzimleri ise safra
kanalı epitel hücrelerinde sentezlenmektedirler 25,26.
Yetişkinlerde yapılan çalışmalarda serum
aminotransferaz aktivitelerinin obezlerde yağlı karaciğer
şiddeti ile ilişkili olduğu bildirilmiştir 27. Bununla
birlikte, karaciğer enzim aktivitelerinin, yaşla birlikte
yükseldiği, GGT ve ALT konsantrasyonlarının fiziksel
aktivite ile azaldığı dile getirilmiştir 28. Salvaggio ve
ark. 29 tarafından yapılan çalışmada karaciğer
enzimlerinin serum aktivite oranlarının, vücut ağırlığı ve
VKİ değerleri ile istatistiksel olarak anlamlı düzeyde
ilişkili olduğu görülmüştür. Aynı çalışmada 29, VKİ
değerleri erkeklerde GGT, ALT ve AST'nin serum
aktiviteleri ile ilişkili iken, kadınlarda VKİ değerlerinin,
GGT ve ALT ile ilişkili olduğu gösterilmiştir. Robinson
ve ark. 30 serum ALT, AST ve GGT enzimlerinin
ortalama VKİ artışı ile arttığı buna karşılık, Mala ve ark.
31 ise VKİ değerlerinde azalmanın serum ALT, AST
ve GGT enzimlerine hiçbir etkisi olmadığını
bildirmişlerdir. Obezite polikliniğine aşırı kilo şikâyetiyle
başvuran hastaların dahil edildiği bir çalışmada ise,
obezite derecesi artarken GGT, globulin, ALT
düzeylerinin yükseldiği, bilirubin seviyelerinde azalma
olduğu ve albumin, AST ve LDH düzeylerinin
değişmediği bulunmuştur 32.
Bu çalışmada, obez kadınlara ait serum LDH ve
GGT aktivitelerinin kontrol grubuna göre yüksek
olmasıyla birlikte VKİ değerlerinin, GGT ve LDH aktiviteleri ile pozitif ilişkisinin, yetişkinler üzerinde
yapılan önceki çalışma bulgularıyla uyumlu olduğu
söylenebilir. Bu bulgulardan yola çıkarak yetişkin
bireyler için öne sürüldüğü gibi 4,33,34, 55-70 yaş
aralığındaki kadınlarda artan yağ dokusunun karaciğer
hastalıkları açısından bir risk oluşturabileceği ifade
edilebilir. Bununla birlikte bu çalışmanın bulguları göz
önüne alındığı zaman, önceki çalışmalarda ifade
edildiği gibi VKİ’nin ALT ve AST ile bir ilişkisi
bulunmamıştır. Bu farklılığın oluşmasında, çalışma
popülasyonları, yaş ve cinsiyet farklılıkları, ölçüm
yöntemleri, çalışma grubuna dâhil edilen birey
sayısındaki farklılıklar gibi faktörlerin etkili olabileceği
öne sürülebilir.
Yapılan literatür taramasında, 55-70 yaş arası
kadınlarda vücut kompozisyonlarının ve karaciğer
enzimlerinin incelendiği bir çalışmaya rastlanmamıştır.
Dolayısıyla bu çalışmadan elde edilen bulguların, vücut
direncinin düşmeye başladığı ve kronik hastalıkların
arttığı bir yaşam periyodu olarak ifade edilen 55-70 yaş
aralığındaki kadınlara ait vücut kompozisyon
parametreleri ve karaciğer enzimleri arasındaki ilişkinin
incelenmesi açısından literatüre önemli katkılar
sağlayacağı söylenebilir. Diğer taraftan, dahil edilen
katılımcı sayısının az olması, yaşam biçimlerinin ve
beslenme alışkanlıklarının değerlendirilebileceği
herhangi bir verinin olmaması, bu çalışmanın
kısıtlılıkları olarak kabul edilebilir. Bununla birlikte,
katılımcılara ait adipokin ve enflamatuar sitokin
düzeylerinin olmaması çalışmanın diğer kısıtlılıkları
olarak ifade edilebilir.
Sonuç olarak, aşırı kilolu kadınların serum GGT
aktivitelerinin kontrol grubundaki kadınlara göre anlamlı
olarak yüksek, obez kadınlara ait hem serum LDH hem
de GGT aktivitelerinin kontrol grubundaki kadınlara
göre anlamlı olarak yüksek olduğu bulundu. Bununla
birlikte, VKİ, yağ ağırlığı ve yağ oranı ile serum LDH
aktiviteleri arasında anlamlı düzeyde pozitif ilişki
bulundu. Benzer şekilde, VKİ ile serum GGT aktiviteleri
arasında anlamlı düzeyde pozitif ilişki bulundu. Bu
bulgulardan yola çıkarak, 55-70 yaş aralığındaki
kadınlarda yükselmiş yağ ağırlığı, yağ oranları ve
VKİ’nin karaciğer hastalıkları açısından bir risk
oluşturabileceği öne sürülebilir. Diğer taraftan, bu yaş
aralığındaki kadınlara ait vücut kompozisyonu ile BMH
değerlerinin adipokinler ve inflamatuar sitokinlerle
ilişkisi konusunda yeterince veri yoktur. Bu sebeple 55-
70 yaş aralığındaki kadınlara ait vücut kompozisyon ve
bileşenlerinin karaciğer hastalıkları için bir risk faktörü
olarak kullanılıp kullanılmayacağının geniş katılımlı
klinik çalışmalar ile ortaya çıkarılması gerekmektedir.