Kronik hastalığı olan bireylerde fonksiyonel güçsüzlük ve genel iyilik halinin bozulması tedaviye uyumu zorlaştırır ve psikolojik problemlerin ortaya çıkmasına zemin hazırlar. Bu durum kişinin yaşam kalitesini olumsuz yönde etkiler. Yaşam kalitesi göreceli bir kavram olup, bir bütün olarak yaşamın subjektif değerlendirilmesi ya da kişinin o andaki fonksiyon düzeyine göre ne algıladığının değerlendirilmesidir
3,12. Kronik hastalıkların tedavisinde son yıllarda birincil amaç yaşam kalitesinin yükseltilmesi olmuştur. AS’nin kronik inflamatuar süreci hareket kısıtlığına ve fonksiyonel yetersizliğe neden olmaktadır
2,3. Bu nedenle diğer romatizmal hastalıklarda olduğu gibi AS’de de izlem ve sonuçlarının değerlendirilmesinde, klinik ölçüm ve laboratuar incelemelerine ilaveten hastaların yaşam kalitesi düzeylerinin tespit edilmesi de gerekmektedir
5,6.
AS’de yaşam kalitesi ile ilişkili faktörleri araştıran çalışmalarda, özellikle sigara kullanımının AS hastalarında akciğer fonksiyonlarının bozulmasında önemli rol oynadığı ve hastalığa bağlı hareket kısıtlığını artırdığı rapor edilmiştir13,14. Ülkemizde yapılan bir çalışmada modifiye New York kriterlerine göre AS tanısı almış 63 hasta değerlendirilmiş ve sigara kullanımının spinal mobilite, fonksiyonel durum, hastalık aktivitesi ve yaşam kalitesi üzerine olan etkileri araştırılmıştı. Sigarayı hiç kullanmamış, kullanmış ve halen kullanmakta olan hastalardan oluşturulan subgrup analizinde klinik ve laboratuar incelemelerinde ve yaşam kalitesi düzeyinde gruplar arasında bir farklılık tespit edilmemişti13. Çalışmamızda sigaranın hastalık aktivasyonuyla, hareket kısıtlığı ve fonksiyonel durumla yanı sıra yaşam kalitesi ile ilişkisini tespit etmedik. Benzer durum alkol kullanımı içinde geçerli idi.
Özgül ve ark.3 çalışmalarında, AS hastalarında yaşam kalitesini SF 36 ile değerlendirmişlerdi. Yaşam kalitesi ölçütlerinden en fazla etkilenen alt işlevler; fiziksel rol gücü, genel sağlık değerlendirmesi ve ağrı olarak rapor edilmişti. Araştırmacılar eğitim seviyesi 8 yıl altı ve üstü olanların karşılaştırmasında genel sağlık ve fiziksel rol gücünün anlamlı farklılık gösterdiğini vurgulamışlardı. Bu sonuçlara göre eğitimin yaşam kalitesi üzerine olumlu yönde etkili olduğunu rapor etmişlerdi. Ayrıca hastalık aktivitesi nedeniyle işini bırakmak zorunda kalan hastalar ile karşılaştırıldığında iş yaşamını devam ettiren hastaların ağrı dışındaki yaşam kalitesi ölçütlerinin daha yüksek olduğu tespit edilmişti. Çalışmamızda literatürle benzer olarak AS hastalarında eğitim seviyesi yükseldikçe yaşam kalitesinin arttığını gözlemledik. Bu durum eğitim düzeyi arttıkça hastaların hastalığa ait zorluklarla mücadele kapasitesinin artmasıyla ilişkili olabilir. Ayrıca mesleki analizde memur AS’li hastaların yaşam kalitesi düzeylerinin daha iyi olduğunu gözlemledik.
Ward15. modifiye New York kriterlerine göre AS tanısı almış 175 hastayı incelediler. Hastalardan, yaşam kalitesini etkileyebilecek ağrı, tutukluk, kötü uyku kalitesi, yorgunluk, kendine bakım, eşlerle ve diğer aile üyeleriyle ilişkiler, depresyon, anksiyete gibi 23 değişik problemi ölçen bir anketi doldurmaları istenmişlerdi. Hastalara ayrıca SF 36 da uygulanmıştı. Depresyon ve anksiyete sıklığının AS’li hastalarda %28 ile %32 arasında değiştiği rapor edilmiştir. Ayrıca çalışılan demografik faktörler arasında yaşam kalitesi ile en çok eğitim seviyesi arasında ilişki tespit etmişlerdi. Barlow ve Macey16 ise AS’li hastalarının yaklaşık üçte birinde ciddi depresif semptomların olduğunu bildirmişlerdir. Ayrıca Martindale ve ark.5 AS’nin klinik şiddeti ile hastaların anksiyete ve depresyon düzeyi arasında pozitif korelasyon olduğunu bildirmişlerdir.
Eren ve ark.4 yaptıkları bir çalışmada 11 kadın, 27 erkekten oluşan toplam 38 AS’li hasta ve 38 sağlıklı kontrol bireyi incelemişlerdi. Ortalama BAÖ ve BDÖ değerleri hasta grubunda kontrol grubuna göre istatistiksel anlamlı yükseklik tespit etmişlerdi. Kadın hastalarda depresyon düzeyi daha yüksekti. Hastalığın aktivite derecesini gösteren BASDAI, ESH ve CRP değerleri ile BDÖ ve BAÖ puanları arasında yine istatistiksel olarak anlamlı pozitif ilişki rapor etmişlerdi. Bu çalışmada AS’li hastalarda depresyon düzeyindeki artışın, hastalığın doğasındaki immünolojik değişikliklere ikincil olabileceği vurgulanmıştı. Karan ve ark.17 yaptıkları bir çalışmada AS’li hastalarda BDÖ’e göre hafif düzeyde bir depresyon saptamışlardır. 1991 Amor kriterlerine göre AS tanısı almış 24 hastanın incelendiği bu çalışmada hastaların BASFI, BASDAI, BDÖ değerleri elde edilmişti. BDÖ ile BASDAI ve BASFI arasında korelasyon tespit edilemediği vurgulanmıştı.
Çalışmamızda AS’li hastalarda hem BDÖ hem de BAÖ değerlerinin kontrol grubundan daha yüksek olduğunu tespit ettik. BDÖ puanı 17 ve üzeri olanların sayısı hasta grubunda %36.7, kontrol grubunda %3.3 idi. Bu durum hastalığın klinik gidişatı ve kişide oluşturduğu fonksiyon ve hareket kısıtlılığı ile ilişkili olabilir. AS’li hastalarda cinsiyetler arasında depresyon ve anksiyete düzeyi arasında farklılık yoktu. BASDAI ile değerlendirilen hastalık aktivitesi ve VAS ile ölçülen ağrı, kadınlarda erkeklere göre belirgin olarak yüksek idi. Eren ve ark çalışmalarında elde ettikleri verilerle uyumlu olarak AS’li hastaları değerlendirmede kullanılan hastalık aktivasyon parametreleri ile BDÖ ve BAÖ arasında pozitif bir korelasyon tespit ettik. Farklı medikasyon üzere olan hastalarda yaşam kalitesi düzeyinde bir farklılık tespit etmedik. Ancak Anti TNF alfa tedaviler özellikle BASDAI 4 birimin üzerinde yani aktif hastalığa sahip vakalarda uygulanmaktadır. Anti TNF tedavisi çalışmalarda AS’de ağrı ve fonksiyonel durum üzerinde oldukça etkili olduğu rapor edilmiştir. Bu gruplarda BASMI değerlerindeki farklılık Anti TNF alfa uygulamasının ilerlemiş vakalarda oluşmuş yapısal hasara bir etkisinin olmamasından kaynaklanabilir18.
AS’li hasta ve kontrol sayısının eşit olması ve literatürdeki birçok çalışmadan fazla vakaya sahip olması ve hastalardan bir kısmının anti-TNF tedavisi üzere olması çalışmamızın önemini arttırmaktadır. Yapılan çalışmalarda yaşam kalitesini değerlendirmede SF 36 formu sıklıkla kullanılmaktadır. Biz bu çalışmada literatürdeki birçok çalışmadan farklı olarak AS’li hastaların yaşam kalitelerinin değerlendirilmesinde ASQoL yaşam kalite indeksini kullanmayı amaçladık.
Çalışmamızı değerlendirmede bazı kısıtlılıklar bulunmaktadır. Öncelikle hastaların anksiyete ve depresyon düzeyleri tespit edilirken sadece ölçekler kullanılmıştır. Çalışmaya dahil edilen hastaların rutin kontrolde ve medikasyon altında olmaları, dolayısıyla çoğunlukla inaktif ve BASDAI skoru 4’ün altında olan hastalardan olması ve premedikasyon öncesi değerlendirmenin yapılmaması özellikle farklı tedavi alternatiflerinin yaşam kalitesi üzerine etkisinin değerlendirilememesi çalışmamızı sınırlandıran faktörler olarak dikkate çekmektedir.
Sonuç olarak; AS hastalarında anksiyete ve depresyon düzeyleri kontrol gruplarına kıyasla belirgin olarak bozulmuştur. Yaşam kalitesi düzeyi hastanın eğitim düzeyi ve meslek durumu ile ilişkilidir. Hastalık primer olarak erkek popülasyonu etkilemektedir ancak kadın AS’li hastalarda hastalık aktivitesi, ağrı ve yorgunluk düzeyi daha fazla etkilenmektedir. AS’li hastalara tedavi stratejileri belirlenirken bu durumların dikkate alınmasının gerekli olduğu kanısındayız.